Notaların Ardındaki Anılar
Bazı şarkılar vardır, sadece melodi ve sözden ibaret değildir. Onlar, yaşanmışlıkların, samimi dostlukların ve tarihin belli bir anının sesidir. Edip Akbayram'ın gür sesiyle milyonların diline pelesenk olan "Zalım" parçası da tam olarak böyle bir eserdir. Bir plaktan çok daha fazlası; Almanya'da bir otel odasında, iki büyük dostun kalbinden dökülen bir anının ölümsüzleşmiş halidir. İşte o tarihi anın ve bir marşa dönüşen o dörtlüğün hikayesi...
Gurbet Sahnesinde Bir Arayış: Usta ve Sanatçı
Tarih 1970'lerin ortası. Anadolu Rock akımı Türkiye'yi kasıp kavururken, bu akımın en güçlü seslerinden Edip Akbayram, bir yandan da yeni çıkaracağı 45'lik, yani o dönemin diliyle "70'lik plak" için eser arayışındadır. Bu arayış, onu sık sık turnelere çıktığı halk ozanlarının piri, "usta" diye hitap ettiği Aşık Mahzuni Şerif ile Almanya'da bir otel odasında buluşturur.
Turnenin yorgunluğu, gurbetin getirdiği hüzün ve memleket hasreti odanın havasına sinmiştir. İkili, hem yorgunluk atıyor hem de sanattan, hayattan ve memleketin halinden dem vuruyordur. Edip Akbayram, yeni plağında fark yaratacak, halkın duygularına tercüman olacak o "bir" şarkının peşindedir. İçinden, "Usta şöyle içli bir parça söylese de plağıma alsam," diye geçirdiği rivayet edilir.
İlham Anı ve Tarihe Geçen O Teyp Kaydı
Odanın sessizliğini Aşık Mahzuni Şerif'in eline aldığı sazı bozar. Usta'nın yüreği doludur. Dünyanın haline, gurbete, adaletsizliğe karşı içinde birikenler, notalara ve kelimelere dökülmek için bir an beklemektedir. Mahzuni, o anki duygusal yoğunlukla yanındaki dostuna, Edip Akbayram'a döner ve o tarihi cümleyi kurar:
"Dost bana bir teyp bulur musun? İçimden bir şeyler söylemek geliyor."
Bu istek, Edip Akbayram için bir umut ışığı olur. Hemen bir teyp bulunur, kaset yerleştirilir ve o meşhur kırmızı "REC" (kayıt) düğmesine basılır. Mahzuni Şerif, hiçbir hazırlık yapmadan, kağıda kaleme ihtiyaç duymadan, sazının tellerine dokunarak kalbinden geçenleri dörtlük olarak mırıldanır:
Dünya zalımlar dünyası,
Giden zalım gelen zalım.
İnsanlığın yüz karası,
Hayvan gibi ölen zalım.
Zalım, zalım, zalım...
Ne olacak benim halım?
Bu dört dize, o otel odasının duvarlarına değil, doğrudan Edip Akbayram'ın kalbine ve teybin bandına kazınır. O an, sadece bir ilham anı değil, aynı zamanda milyonların hislerine tercüman olacak bir protest marşın doğum anıdır.
Kayıttan Plağa, Otel Odasından Milyonlara
Edip Akbayram aradığını bulmuştur. Bu ham, işlenmemiş kayıt, onun için bir elmastan daha değerlidir. Türkiye'ye döndüğünde hemen stüdyoya girer ve Mahzuni'nin o anki ruhuyla okuduğu bu dörtlüğü, kendi güçlü yorumu ve Anadolu Rock soundu ile birleştirerek bir şahesere dönüştürür.
1976 yılında piyasaya çıkan ve "Zalım" adını taşıyan plak, kelimenin tam anlamıyla satış rekorları kırar. Şarkı, 70'li yılların çalkantılı siyasi ve toplumsal atmosferinde halkın sesi olur. Adaletsizlikten, zulümden ve eşitsizlikten şikayet eden herkes, bu şarkıda kendini bulur. Edip Akbayram'ın isyanı ve gücü yansıtan vokali, Mahzuni'nin derin ve felsefi sözleriyle birleşerek "Zalım"ı ölümsüzleştirir.
Bir Dostluğun ve Dönemin Mirası
Veli Kaya'nın araştırmasıyla gün yüzüne çıkan bu değerli anı, "Zalım" şarkısının sadece notalardan ibaret olmadığını bize bir kez daha hatırlatıyor. O, Aşık Mahzuni Şerif gibi bir dehanın anlık ilhamının, Edip Akbayram gibi büyük bir yorumcunun sanatsal sezgisinin ve iki gerçek dostun samimiyetinin bir ürünüdür.
Bir otel odasında, bir teyp kasetine fısıldanan birkaç dize, bugün hala dinleniyor, söyleniyor ve dünyanın tüm zalımlarına karşı bir isyan çığlığı olmaya devam ediyor. Bu hikaye, sanatın en beklenmedik anlarda, en saf duygularla nasıl doğabileceğinin ve nesilleri aşan bir güce nasıl ulaşabileceğinin en güzel kanıtıdır.