"At üstünde kuşlar gibi dönen yar, gendi gedip ehbapları kalan yar" nakaratıyla söylenen Ziya Türküsü’nün hikâyesi şöyledir; Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat'ın Karacalar köyündendir. Aynı köyden Fikriye (kızlık soyadı Çevik) adlı kızı sever, nişanlanır. Fikriye'nin babası Karacalar Köyü imamı Ali Hoca’dır. Ali Hoca Kızıltepe Köyüne imam durur. Ziya, sık sık nişanlısını görmeye at sırtında gider, iki taraf da birbirini ol¬dukça sevmektedir. Ziya bir gün ekin sularken üşütür ve karın ağrısından şikâyet eder. Doktora gider gelir ama fayda bulamaz ve bir hafta içerisinde ölür. (Bir başka söylentiye göre; Ziya Bey yakışıklı, at düşkünü çok iyi ata binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir, iki köy arasında oynanan ciritte attan düşer ve orada ölür.) Fikriye, nişanlısı Ziya'nın ölümü karşısında duymuş olduğu acıyı şiire döker ve Ziya Türküsü ortaya çıkar. Ağıtın tamamı 30 kıtadır. Yozgat'ta çok sevilen ve söylenen bir türküdür.
DETAYLI BİR ARAŞTIRMA OLARAK http://dergipark.gov.tr/download/article-file/208680 adresinden derlenen hikaye ve bazı yöreye özgü kavramların açıklamaları:
Ziya (Bey):
Yozgat’ın Karacalar köyündendir. Babasının adı Ömer’dir. Altı kardeştirler. Ziya, ailesinin tek erkek evladıdır. Yiğitliği ve mertliği ile nam salmış bir delikanlıdır. Ziya’nın atlara çok meraklı olduğu bilinir. Cirit oyununda usta olduğu, at yarışlarında ise yöresinin en gözdesi olduğu söylenmektedir.
Fikriye (Hanım):
Yozgat’ın Kızıltepe köyündendir. Babası imamdır. Ziya ile nişanlanmıştır. Ziya öldükten sonra kuma üzerine evlenmiş ve çocukları olmuştur. Bu ağıttan başka şiirleri de vardır. Kendisi de şu an hayatta değildir.
Türkünün hikâyesi ise şöyledir.
Ziya, Yozgat’ın Kızıltepe köyünde oturan Fikriye’ye sevdalanmıştır. Birbirine sevdalanan bu iki genç, her iki ailenin de rızasıyla nişanlanırlar. Eskiden malum olduğu üzere nişanlılar pek sık görüşemezmiş. Ziya ile Fikriye de bu durumu yaşamışlar ve köylerine gelip gidenlerden birbirlerini sormuşlardır. Ziya bir gün tarlada ekin sulayan ırgatlara(çalışan, işçi) yemek getirir. Gittiği sırada ırgatlar, pantolonlarının paçalarını katlamış bir şekilde ekin sulamaktadırlar. Ziya da ırgatlar getirdiği yemekleri yiyip karınlarını doyurana kadar onlara yardım etmek ister. O da ayakkabılarını çıkarıp, pantolonunun paçalarını katlayarak ekin sulamaya başlar. Ziya o gün çok rahatsızlanır. Bir karın ağrısına tutulur. Aradan zaman geçmesine rağmen bu karın ağrısından kurtulamaz. Doktorlara götürülür ama derdine bir türlü çare bulunamaz. Ziya artık iyice fenalaşıp yatağa düşmüştür. Bu sırada da tabiî ki sevdiği hiç aklından çıkmamaktadır. Hep onun hayaliyle yaşar, hep onu düşünür. Sevdiğini görmek istemektedir. Ziya sevdiğini, Fikriye’yi son bir kez olsun göremeden hayata veda eder.
Fikriye, Ziya’nın hastalığını duymuştur, bilmektedir. Ama babası, Fikriye’yi, Ziya’yı görmek için bir kere bile yanına yollamamıştır. Fikriye ancak Ziya’nın köyünden gelip gidenler vasıtasıyla haber alabilmektedir.
Bir akşam Fikriye ailesi ile birlikte otururlarken, Karacalar köyünden, sevdiğinin köyünden bir misafirleri gelir. Uzun bir sohbetin ardından, Fikriye’nin sabırsızlıkla beklediği o soru çıkar babasının ağzından. Gelen misafire, babası, Ziya’nın nasıl olduğunu sorar. Misafir ise damdan düşercesine, Ziya’nın öldüğünü söyler. Fikriye o sırada elinde iğne, dikiş dikmektedir. Sevdiğinin Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu duyduğu an, elindeki iğne yüksüğü düşer ve iğneyi parmağına batırır. Sevdiğinin bu ani ölüm haberi ile yıkılan Fikriye o an gönlüne gelen duygularla, gözyaşları içinde, sözler söylemeye başlar. Fikriye Hanım 60 yıl sonra bunu şöyle anlatıyor:
Bir anda sanki her şey değişti. Dert ağlatır aşk söyletir derler ya, ben hem ağladım, hem söyledim. Akşamları yatağıma yatıyorum, ama uyku nerde?
Hudayı Rabbani, benim gönlüme görmediğim, duymadığım şeyleri dolduruyor. Ben ömrümde deniz görmedim, gemi de görmedim. Dilimden;
Uzun olur gemilerin direği,
Yanık olur anaların yüreği,
Mısraları dökülüyor. Bunlar Hudayı Rabbani’nin nimeti.
Yapılan röportajda Fikriye Hanım kendisini üzen başka bir olaydan daha bahsediyor. Bu olay kendisinin haberi olmadan, izinsiz bir şekilde söylediği ağıdın türkü olarak okunmasıdır. Bu duygularını şöyle ifade ediyor:
Ben, bunları sabah köyün kızlarına culfalıkta ağıt şeklinde söylüyorum. Onlar gözyaşları arasında dinliyorlar. Tabii bir kısmını ezberlemişler. Değişik mekânlarda söylemişler.Bir gün radyoda Yozgat yöresinden Nida Tüfekçi’nin derlediği Bir Yozgat türküsü “Ziya’m” diye anons edildi. Türküyü gözyaşları arasında kalbimin bütün damarları titreyerek dinledim. Benden izinsiz alınmasına ve okunmasına çok üzüldüm. Beni fazla konuşturmayın, ben dertliyim, üzüntülüyüm.
Böyle bir hikâyeye sahip, yürek yangını ile söylenen bu ağıdın sözlerinin bir kısmı bestelenmiş ve türkü şeklinde söylenmektedir. Ağıdın, Fikriye Hanım’ın ağzından tamamına yakınını vermeden önce, türkü olarak söylenen ve bilinen kısımlarını belirtmek istiyoruz.
Mehmet Özbek, türkünün sözlerini, hikâyesi olmadan, “Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün” başlığı altında şöyle vermiştir:
Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği bütün.
Ziya’nın atını pazara dutun,
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip, ahbapları kalan yâr.
Uzun olur gemilerin direği,
Yanık olur anaların yüreği.
Ne sen gelin oldun, ne ben güveyi,
Onun için kapanmıyor gözlerim.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip, ahbapları kalan yâr.
Ham meyveyi kopardılar dalından,
Beni ayırdılar nazlı yârımdan.
Eğer yârım tutmaz ise salımdan,
Onun için açık gider gözlerim.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip, ahbapları kalan yâr.
Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü web sitesinde ise türkünün sözleri, hikâyesi ile birlikte “Ziya Türküsü” başlığıyla şöyle verilmiştir:
Çamlığın başında tüter bir tütün;
Acı gormiyenin yürüğü bütün
Ziya’nın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.
At üstünde guşlar gibi dönen yar,
Gendi gidip ehbabları yanan yar.
Benim yarim yaylalarda oturur
Ak elini soğuk suya batırır
Demedim mi yarim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir.
At üstünde guşlar gibi dönen yar,
Gendi gidip ehbabları yanan yar.
Ham meyveyi koparttılar dalından
Ayırdılar beni nazlı yarimden
Demedim mi nazlı yarim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir.
At üstünde guşlar gibi dönen yar,
Gendi gidip ehbabları yanan yar.
Görüldüğü üzere kaynaklarda da türkünün sözleri farklılık göstermektedir. Şimdi bu güzel ağıdı yakan, bu içli sözleri söyleyen hikâyenin başkahramanlarından olan Fikriye (Hanım)’ın ağzından türkünün sözlerini verelim:
(1)
Uzun olur gemilerin direği,
Yanık olur anaların yüreği,
Ne sen gelin oldun ne ben güveyi,
Onun için açık gider gözlerim.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(2)
Benim yârim yaylalarda oturur,
Ak ellerin soğuk suya batırır.
Demedim mi nazlı yârim ben sana,
Sık muhabbet tez ayrılık getirir.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(3)
Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği bütün.
Ziya’nın atını pazara tutun,
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler,
Adını da hayırsıza koysunlar.
(4)
Ata binmiş de başı tuvalet,
Gel otur yanıma bir akıl öğret,
Senin nazlı yârin kime emanet.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(5)
Sürün cezveleri, sürün kaynasın,
Ziya gelsin ciridini oynasın,
Kahpe felek muradına doymasın.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(6)
Ziya’m ciritte de asla yenilmez,
Öyle yiğide de öldü denilmez,
Hasret gidenin de gözü yumulmaz.
Yuman gözlerini yâr gelmeyince,
Yumman cenazeyi yâr gelmeyince.
(7)
Evlerine vardım horantası çok,
İçlerine vardım nazlı yârim yok.
Etraf köylerde de hiç emsali yok,
Öyle yiğide de öldü denilmez,
Hasret gidenin de gözü yumulmaz.
(8)
Pembe pembe güldün, yanağın soldu,
Karın ağrısı da bahane oldu,
Hayırsız elbisen, bohçada kaldı.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(9)
Keten gömlek giyer kolu kırmalı,
Tekbir alıp namazına durmalı,
Nişanlına Mevla’m sabır vermeli.
Öyle yiğide de öldü denilmez,
Hasret gidenin gözü yumulmaz.
(10)
Hayal hayal eder elâ gözleri,
Unutulmaz o yiğidin sözleri,
Düşmanların gelmiş tebdil yüzleri.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(11)
Emmin gitmiş nişanlını getirir,
Beş bacı da başucunda oturur,
Annen baban eksiğini yetirir.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(12)
Ziya’yı sorarsan yiğitler başı,
Felek beğendin mi yaptığın işi?
Ölüm yakışmıyor küçüktür yaşı.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(13)
Sarı çiğdem, mor menekşe bitince,
Kırmızı gül için bülbül ötünce,
Eller yâriyle de zevke çıkınca,
Ararım bulamam nazlı yâr seni,
Nerede bulayım nazlı yâr seni.
(14)
Duman almış şu Soğluk’un başını,
Anan eyleyemez gözün yaşını,
Nişanlın çatlattı sabır taşını.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(15)
Kırmızı gül gibi ne tez uyandın,
Düşman derdin acısına hep yandın,
Nazlı yârini de kime inandın.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(16)
Yozgat’ın dağı da bir kara tepe,
Yârin istediği bir altın küpe,
Yozgat’ta gezmedim ben sere serpe.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(17)
Hastane derler de yedi köşeli,
Doktorlar geliyor eli şişeli,
Ziya’yı sorarsan yerde döşeli.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
(18)
Eşmeyi ellemeyin, eşme durulsun,
Ziya’mın ölüsü orda yumulsun,
Nazlı yârim acep kime verilsin?
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
Fikriye Hanım’ın ağıdı iki kıta eksiği ile okuduğu söylenmektedir.
Türkü olarak söylenen ve yukarıdaki kaynaklarda geçen şeklinde şu kıta da yer almaktadır. Ama Fikriye Hanım böyle bir bölümden bahsetmemiştir:
Ham meyveyi kopardılar dalından,
Beni ayırdılar nazlı yârımdan.
Eğer yârim tutmaz ise salımdan,
Onun için açık gider gözlerim.
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip, ahbapları kalan yâr.
Ağıdın ulaşabildiğimiz, tüm bölümlerini paylaştıktan sonra, sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için, ağıdın içinde geçen ve anlamları pek bilinmeyen, çoğu Yozgat yöresine ait olan bazı kelimeleri açıklamak istedik. Ağıdın bölümlerini yukarıda numara vererek sıralamıştık. Açıklık kazandırılması gereği hissettiğimiz kelimeleri, bu numara sırasına göre açıklayacağız.
At üstünde kuşlar gibi dönmek:
Atın üstünde hızlı hareket etmek anlamına gelmektedir. Bu deyim ile Ziya’nın cirit oynamasına gönderme yapılmıştır. Kuşların, gökyüzünde, hızlı ve akıcı uçuşları, dönüşleri Ziya’nın cirit oynarkenki haline benzetilmiş. Ciridi öyle güzel manevralar yaparak oynuyormuş ki adeta atın üstünde bir kuş gibi dönüyor gibiymiş. Bu deyim incelemiş olduğumuz ağıdın nakarat kısmıdır:
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip, ahbapları kalan yâr.
Çamlık:
İç Anadolu’da insan etkisi ile meydana gelmiş, sayılı kalıntı ormanlardan birinin adıdır. Türkiye’nin ilk milli parkı olma özelliğine sahiptir. Ortalama yüksekliği 1350 m. kadardır. Yozgat insanı için önemli bir alandır. Genellikle Yozgat türkülerinde “çamlık” tan dem vurulur. Bizim incelediğimiz ağıtta şu şekilde geçer:
Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği bütün...
Pazara tutmak:
Bir şeyi satmak üzere pazara çıkarmak, alıcıların görmesi için sergilemek manasına gelir. İncelediğimiz ağıtta, Ziya’nın atını pazara satmaya götürün ki pazara gelip gidenler onun atının satıldığını görüp Ziya’nın artık ölmüş olduğunu anlasınlar, manasında şu şekilde söylenmiştir:
Ziya’nın atını pazara tutun,
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler...
Tuvalet:
Tuvalet kelimesi yine Yozgat yöresinde kullanılan eski bir kelimedir. Bir saç tarama şeklidir. Saçların ıslatılıp geriye doğru taranmasıdır.
Ağıtta şu şekilde kullanılmıştır:
Ata binmiş de başı tuvalet,
Gel otur yanıma bir akıl öğret...
Cezve sürmek:
Bu deyim, kahveyi pişirmek için cezveyi ateşin üstüne koymak anlamına gelir. Zaten incelediğimiz ağıtta da cezveleri sürmek ve kaynamak kelimeleri bir cümlede geçiyor. Yani kahveyi, cezveyi ateşe koyup kaynatmak manası çıkıyor. Ağıdın sözleri şu şekildedir:
Sürün cezveleri, sürün kaynasın,
Ziya gelsin ciridini oynasın...
Muradına doymamak:
İstediğine gönlünce sahip olamamak anlamına gelmektedir. İncelediğimiz ağıtta ise feleğe karşı bir öfke ile şu şekilde söylenmiştir:
Ziya gelsin ciridini oynasın,
Kahpe felek muradına doymasın...
Gözü yumulmamak:
Gözü açık gitmek deyimi ile aynı anlamı taşımaktadır. İncelediğimiz ağıtta, Ziya sevdiğini son bir kez olsun göremeden öldüğü için hasretle, özlemle gitmiştir, bu yüzden de gözleri açık kalmıştır, manasında şu şekilde geçer:
Öyle yiğide de öldü denilmez,
Hasret gidenin de gözü yumulmaz...
Horanta:
Yozgat yöresine ait bir kelimedir. Aile halkı, fertleri anlamına gelmektedir. Ağıtta Ziya’nın ailesinin kalabalık olduğundan bahsedilmiş, ölümü hatırlatılarak artık Ziya’nın onların arasında olmadığı, şu şekilde söylenmiştir:
Evlerine vardım horantası çok,
İçlerine vardım nazlı yârim yok...
Yanağı solmak:
Bu deyim, hastalanmak, anlamına gelmektedir. Yanakları pempe, kırmızı olan birinin sağlıklı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü yüzü canlıdır, bitkin ve hasta gözükmez. Ancak hasta birinin yüzü solgun ve cansız gözükür. Hasta olduğunun bir belirtisidir. Ağıtta da hastalanmak manasında şu şekilde geçmektedir:
Pembe pembe güldün, yanağın soldu,
Karın ağrısı da bahane oldu...
Elbisesi bohçada kalmak:
Bu deyim de, ölmek manasına gelmektedir. Yani kıyafetlerini, elbiselerini, giyemeden ölmek demektir. İncelediğimiz ağıtta, Ziya ile Fikriye nişanlıdırlar. Yozgat âdetinde, düğünde verilmek üzere, kız tarafı ve erkek tarafı birbirlerine hediye bohça hazırlarlar. Ağıtta geçen “elbisen bohçada kaldı” sözünü hediye için hazırlanan kıyafetleri giyemeden öldü, şeklinde yorumluyoruz. Ağıtta şu şekilde geçmektedir:
Karın ağrısı da bahane oldu,
Hayırsız elbisen bohçada kaldı...
Tebdil:
Arapça bir isimdir. Bedel kelimesinden gelir. Değiştirme, başka bir hale getirme demektir. Ağıtta, Ziya’nın ölümünü duyup gelen düşmanlarının bile yüzlerinin, bakışlarının, düşmanca tavırlarının değişip, bu ölüme onların da üzüldüğü manasına şu şekilde söylenmiştir:
Unutulmaz o yiğidin sözleri,
Düşmanların gelmiş tebdil yüzleri...
Soğluk:
Yozgat’ta eskiden her ailenin Çamlıkta bir kar kuyusu bulunurmuş. Kışın karları bu kuyulara doldurup, üzerini saplarla kapatırlarmış. Yaz boyunca da bu soğuk sulardan evlerinde kullanırlarmış. Bu nedenle bu kar kuyularına “ soğukluk ” ismi verilmiştir. Daha sonra bu kelime söylene söylene “soğluk” şekline dönüşmüştür. Soğluk, Çamlığın diğer bir adı haline gelmiştir.
Duman almış şu Soğluk’un başını,
Anan eyleyemez gözün yaşını...
Yerde döşeli olmak:
Yerde boylu boyunca yatmak, uzanmak manasına gelmektedir. Ağıtta Ziya’nın yerde döşeli olması, onun ölmüş olarak yerde boylu boyunca yattığını ifade için şu şekilde söylenmiştir:
Doktorlar geliyor eli şişeli,
Ziya’yı sorarsan yerde döşeli...
Eşme:
Genellikle ırmak kenarlarında, kumlu yerlerde, az bir çaba ile eşince çıkan su çukurlarına verilen isimdir.
Ağıtta, eşmeyi bozmayın, ellemeyin ki aka aka durulsun da, Ziya’m o temiz suda yıkansın, manasında şu şekilde geçmiştir:
Eşmeyi ellemeyin, eşme durulsun,
Ziya’mın ölüsü orda yumulsun...